-
1 el
el1 Hand f; Vorderfuß m; eine Partie f Schach usw, ein Spiel n; beim Schachspiel z.B. Zug m; Reihe f; fig Vermittlung f; Gewalt f;el altında olmak etwas griffbereit haben;el altından heimlich;-e el atmak die Hand ausstrecken, greifen nach; jemanden streng halten; sich interessiert zeigen (an D);el ayak alle (Menschen);el ayası Handteller m;el bağlamak die Hände ehrerbietig übereinanderlegen;el bende (oyunu) Art Haschespiel n;şimdi el bende! jetzt komme ich (an die Reihe);el çabukluğu Handfertigkeit f; fig Gerissenheit f;el çantası Handtasche f;el çırpmak in die Hände klatschen;el değmeden hazırlanmış maschinell (und hygienisch) hergestellt;el değmemiş ungebraucht;el ele vermek sich die Hände reichen;el emeği manuelle Arbeit; handgearbeitet; Lohn m;el erimi in Reichweite;el freni Handbremse f;el işi Handarbeit f;el katmak sich einmischen; eingreifen;-e el koymak sich einer Sache (G) annehmen; fig in die Hand nehmen (A); beschlagnahmen; sich (D) etwas aneignen;el sanatları Kunstgewerbe n;el sıkmak jemandem die Hand drücken;el sokmak sich einmischen;el topu Handball m;-e el vermek jemandem behilflich sein;el vurmak in die Hände klatschen (um jemanden zu rufen);el vurmamak keinen Finger rühren;el yazılı handgeschrieben;el yazısı allg Handschrift f (a Gegenstand), Manuskript n;el yazması Handschrift f; handgeschrieben;el yordamıyla durch Tasten;elde beim Rechnen: elde var beş … fünf im Sinn;elde bir feststehend;elde bulunmak vorliegen;elde edilmez uneinnehmbar;elde etmek beschaffen; Bodenschätze usw gewinnen; ziehen; jemanden abwerben; erobern; einnehmen;elde mi? (ganz) unmöglich!;eldeki vorliegend, vorhanden;elden persönlich, selbst, von mir aus;elden ağıza yaşamak von der Hand in den Mund leben;-i elden bırakmak verzichten (auf A);elden çıkarmak veräußern, abstoßen (A);elden düşme aus zweiter Hand;elden geçirmek durchsehen, überprüfen;elden geldiği ölçüde in möglichst großem Umfang;(-in) elden gelmek (jemandem) möglich sein; fam Geld rausrücken, blechen;elimden dikiş gelmiyor ich kann nicht nähen;elden gitmek verloren gehen, einer Sache (G) beraubt werden;ele alınır recht nützlich;ele alınmaz miserabel;ele geçmek in die Hände fallen;ele vermek jemanden ausliefern, verraten; fig verraten (z.B. Alter);eli açık freigebig;eli bayraklı Streithammel m; Aufrührer m;eli boş mit leeren Händen; mittellos; beschäftigungslos;eli çabuk behände, flink; geschickt;onun eli kolu bağlı ihm sind die Hände gebunden; er steht tatenlos da;-de eli olmak seine Hand (bei D) im Spiele haben;eli yordamlı bewandert, erfahren;elinde bulunmak (oder olmak) haben; besitzen; beherrschen;elinde ekşimek liegen bleiben, fam schmoren;elinde kaldı (er/sie) ist die Ware nicht losgeworden;elinden gelen sein Möglichstes (zu tun);elinden gelirse … wenn es in seiner Macht steht, …;elinden tutmak für jemanden sorgen;-in eline bakmak auf jemanden (materiell) angewiesen sein;-in eline geçmek Geld verdienen, bekommen;-in eline kaldım (er/sie) war ( oder ist) meine einzige Stütze;elini sürmemek nicht berühren; sich nicht herablassen;-e elini uzatmak jemanden unterstützen;-den elini yıkamak die Finger von (D) lassen;elinin altındadır etwas steht zu seiner Verfügung;elin(iz)e sağlık gut gelungen!, danke schön! (für Essen und handwerkliche Tätigkeiten);eller yukarı! Hände hoch!el2 Volk n; Land n; Heimat f; Fremde(r); Außenseiter m;el gün alle, (das) Publikum, die anderen;el oğlu (der) Fremde -
2 Hand
el;an \Hand von yoluyla;aus erster/zweiter \Hand birinci/ikinci elden;von \Hand elden;jdm die \Hand geben birine eline vermek;jdm die \Hand schütteln birinin elini sıkmak, biriyle tokalaşmak;linker/rechter \Hand sol/sağ elde;linker/rechter \Hand sehen Sie... sol/sağ elde... görüyorsunuz;eine \Hand voll bir tutam [o avuç dolusu];alle Hände voll zu tun haben ( fam) işi başından aşkın olmak;etw aus der \Hand legen bir şeyi elinden bırakmak;etw in die \Hand nehmen bir şeyi eline almak; ( fig) bir şeyi ele almak;in die Hände klatschen el çırpmak;etw zur \Hand haben bir şeyi el altında bulundurmak, bir şey elinde bulunmak;jds rechte \Hand sein ( fig) birinin sağ kolu olmak;zwei linke Hände haben ( fam) elinden bir şey gelmemek;sich mit Händen und Füßen verständigen ( fam) el kol yordamıyla anlaşmak;sich mit Händen und Füßen gegen etw wehren ( fam) bir şeye canla başla karşı koymak;mit leeren Händen eli boş olarak, elini kolunu sallaya sallaya;ein gutes Blatt auf der \Hand haben eli iyi olmak;\Hand und Fuß haben tutarlı olmak;die \Hand im Spiel haben bir işte parmağı olmak;es lässt sich nicht von der \Hand weisen, dass...... olduğu yadsınamaz;\Hand in \Hand el ele;\Hand in \Hand mit jdm arbeiten biriyle el ele çalışmak;freie \Hand zu etw haben bir şey yapmakta serbest olmak;das liegt auf der \Hand bu elle tutulur gözle görülür;von der \Hand in den Mund leben elden ağıza yaşamak;er ist bei ihnen in guten Händen onların yanında iyi ellerdedir;in festen Händen sein ( fam) sözlü olmak;etw von langer \Hand planen bir şeyi uzun uzadıya planlamak;etw unter der \Hand verkaufen bir şeyi el altından satmak;jdm etw zu treuen Händen übergeben birine bir şeyi emanet vermek;jdm etw in die \Hand drücken birinin eline bir şey sıkıştırmak;jdm in die Hände fallen birinin eline düşmek;etw aus der \Hand geben bir şeyi elinden çıkarmak;jdn in der \Hand haben birini avcunun içinde tutmak;jdm aus der \Hand lesen birinin el falına bakmak;zu jds Händen birinin eline, birine verilmek üzere;Hände hoch! eller yukarı!;Hände weg! çek elini!;eine \Hand wäscht die andere ( prov) bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar -
3 have
n. varlıklı kimse, üçkâğıt, hile, kumpas————————v. sahip olmak, olmak, elde etmek, almak, yapmak, etmek, kabul etmek, göz yummak, aldatmak, dolandırmak, zorunda olmak, bulunmak* * *sahip ol* * *(to be able/unable to explain one's actions etc: Your work is very careless - what have you to say for yourself?) mazeret göstermek, savunmak -
4 make
n. yapı, yapılış şekli, biçim; verim, kazanç————————v. yapmak, etmek, yaptırmak, sağlamak; elde etmek; varmak; ilişki kurmak* * *yap* * *[meik] 1. past tense, past participle - made; verb1) (to create, form or produce: God made the Earth; She makes all her own clothes; He made it out of paper; to make a muddle/mess of the job; to make lunch/coffee; We made an arrangement/agreement/deal/bargain.) yapmak2) (to compel, force or cause (a person or thing to do something): They made her do it; He made me laugh.) yaptırmak, mecbur etmek3) (to cause to be: I made it clear; You've made me very unhappy.) neden/sebep olmak4) (to gain or earn: He makes $100 a week; to make a profit.) kazanmak, kâr etmek5) ((of numbers etc) to add up to; to amount to: 2 and 2 make(s) 4.)... etmek,...-e eşit olmak6) (to become, turn into, or be: He'll make an excellent teacher.) olmak7) (to estimate as: I make the total 483.) tahmin etmek8) (to appoint, or choose, as: He was made manager.) atamak, tayin etmek9) (used with many nouns to give a similar meaning to that of the verb from which the noun is formed: He made several attempts (= attempted several times); They made a left turn (= turned left); He made (= offered) a suggestion/proposal; Have you any comments to make?) yapmak, bulunmak2. noun(a (usually manufacturer's) brand: What make is your new car?) marka- maker- making
- make-believe
- make-over
- makeshift
- make-up
- have the makings of
- in the making
- make a/one's bed
- make believe
- make do
- make for
- make it
- make it up
- make something of something
- make of something
- make something of
- make of
- make out
- make over
- make up
- make up for
- make up one's mind
- make up to -
5 vorhanden
vorhanden adj (verfügbar) var, mevcut, (elde) hazır;vorhanden sein var olmak, bulunmak;es ist nichts mehr vorhanden artık hiçbir şey kalmadı -
6 وجد
IوَجَدَbulmakAnlamı: bir şeyi elde etmekIIوَجْد1. vecitAnlamı: kendinde geçme2. tutkunlukAnlamı: tutkun olma durumu3. muhabbetAnlamı: sevgi4. kara sevdaAnlamı: umutsuz ve güçlü aşk5. seviAnlamı: aşk6. sevdaAnlamı: güçlü sevgi, aşk7. aşık8. sevgiAnlamı: insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi göstermeye yönelten duygu9. aşkAnlamı: aşırı sevgi ve bağlılık duygusuوُجِدَdüşmekAnlamı: bulunmak
См. также в других словарях:
çıkmak — den, ar 1) İçeriden dışarıya varmak, gitmek Ortalık ağarırken bir arkadaşımla yorgun adımlarla konaktan çıktık. F. R. Atay 2) nsz Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek Bu mülakatımızdan esaslı bir netice çıkmadı. Atatürk 3) nsz Bir meslek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
olmak — nsz, ur 1) Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu. S. F. Abasıyanık 2) Gerçekleşmek veya yapılmak 3) Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından… … Çağatay Osmanlı Sözlük
çekmek — i, e, er 1) Bir şeyi tutup kendine veya başka bir yöne doğru yürütmek Hepsi iskemleleri çekerek masanın etrafında bir halka yapmaya hazırlanıyorlardı. R. N. Güntekin 2) Taşıtı bir yere bırakmak, koymak 3) Germek İpi çekmek. 4) İçine almak, emmek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kaymak — 1. is., ğı 1) Sütün veya yoğurdun yüzünde zar durumunda toplanan, açık sarı renkli, koyu yağlı katman 2) Sütü yayvan kaplar içinde ve hafif ateşte tutarak elde edilen koyu, yağlı öz 3) Yağmur ve selden sonra toprağın üzerinde kalan özlü tabaka 4) … Çağatay Osmanlı Sözlük
ödemek — i 1) Bir alışveriş ilişkisinde, borcu alacaklıya vermek, tediye etmek Borç varsa benimkidir, onu ödemek ve teşekkür etmek lazım. R. H. Karay 2) Bir alışverişte alınan şeyin karşılığını alacaklıya vermek 3) Bedelini vererek bir zararı karşılamak,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
tedarik — is., Ar. tedāruk 1) Araştırıp bulma, sağlama, elde etme 2) Hazırlık Hemen düğün tedarikine başladım ve bir günde birkaç iş gördüm. A. Gündüz Birleşik Sözler sümmettedarik Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller tedarik etmek tedarikte bulunmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
uydurmak — i, e 1) Uymasını sağlamak Gözlerini kilidi sökülmüş ve büyümüş anahtar deliğine uydurdu. P. Safa 2) i Hayal gücünden yararlanarak gerçek dışı bir şey söylemek, yakıştırmak Terzinin kendi sözünü yanlış anlamış olduğu hikâyesini uydurmuş olmalıydı … Çağatay Osmanlı Sözlük
hasretini çekmek — 1) (bir şeyin veya bir kimsenin) çok özlemek Ben dört sene onun hasretini çektim. A. Gündüz 2) mec. (bir şeyin veya bir kimsenin) gereksinim duyduğu şeyi elde edememenin üzüntüsü içinde bulunmak Dünya, barışın hasretini çekiyor … Çağatay Osmanlı Sözlük
yerini yapmak — bir şey elde etmek amacıyla girişimde bulunmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
TE'MİN — Güvenlik, emniyet hissi vermek. * Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama. * Sağlamak. Kat i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek. * Elde etme … Yeni Lügat Türkçe Sözlük